A small bouquet of light falls off the blanket to the bed covered in small shadows escorting it. While the lines between the eyebrows become more apparent in each step towards the deep sleep, the clock continued its routine tik-tak-tik-tak. "It is a good feeling to have someone as a guardian when falling asleep like this, not anyone, but.." A guardian to protect from the fearful dreams of the unconscious past or a guardian pre-cautious for the upcoming ones.. A guardian to have or a guardian protecting you from becoming yourself.. Along the shivers and worried short breaths, the time follows as if it would ever give up.. Yet, a happy bouquet of light falls off the blanket to the bed covered in small shadows escorting it, to follow the time and just to disappear..
Thursday, November 26
Tuesday, November 24
Foggy
It was just a night like this on the foggy sky with the almost full moon having its yellow white moires around.. The room was dark as it had been every night after the lights were forced to be turned off. The voices of the young boys were forced to mute too but the wooden lines of the metal bed frames didn't care much when they were cutting the darkness in the room with their sharp talks. Under them even darker than the night falling through the window, shadows were about the start their usual show in the minds of the young bodies. Knowing the boring view of the day time theatre didn't matter much. A story started finding its way from one of the recovered voices towards the middle of the room. The young minds forgot the shadow show quickly, they collected themselves to the barely noticable story. Yet soon enough the story was muted too.. It was just a night like this on the foggy sky with the almost full moon having its yellow white moires around..
Wednesday, November 18
Time and thinking
It is a matter of time and thinking before you go to sleep.. Taking the next step, forwards or backwards; or even sidewards just to have taken that difficult looking step looks meaningless in between those matters. Every night taking you to the next day and yet every day taking you to the same night in endless looking circles is washing up your brain while you are sitting on your comfortable seat in the crowded audience made carefully, proudly yet pathetically by your-selves. Not an improvisionist teather show, neither a tragedia in a monologistical stand-up is what you name yourself being into; it is rather the movie of what you prefer to call your life while nothing you have is truly yours, not even the audience of your-selves. Maybe it is the reason for your boredom you have looking for the exit door without even seeing a simple light to guide your way; the way, that you would hope to take you to the exit you want to have. Yet, there is not even a simple light.. It is a matter of time and thinking before you go to sleep.. Dreaming with open eyes looking at the dreamless eyes of the ones that you like to call friends looks meaningless in between those matters. People pass by your existence with sweat and tears, with regrets and fears, with helplessness and cheers; yet your existence looks meaningless in between. Making sense seems like the only thing which wouldn't make sense; and that's why you would prefer to jump into complexity in the dark, hiding from the audience of your-selves; yet, simplicity catches you from your back to ask for a revenge; a revenge, which doesn't make sense.. It is a matter of time and thinking before you go to sleep.. Reminding yourself all the ones you would like to have, are being some other one's looks meaningless in between those matters. Yet the flower bloomes in your heart each time your mind plays naive games of illusions with your body; illusions, that you would call yourself still breathing.. It is just a matter of time and thinking before you go to sleep, not to wake up to your-selves anymore..
Sunday, November 15
Confusion
It is a confusion in the rational and logical mind that I have not being able to understand the dynamics, reasoning and motivation of hurting or harming any other one than myself. Therefore, it is impossibly hard to come to the conclusion of grief, tolerance or satisfaction of any kind. How can a mind understand something so distant, so irrational, so meaningless yet so real? And if the reality is the reflection of life in the mirror of time; then, it is a confusion in the rational and logical mind that I have not being able to understand the dynamics of life at all. Then, let's put ourselves in the Truman's cube, glue the big, shiny smiles to our faces and say: "In case I don't see ya, good afternoon, good evening, and good night!"
One more time
One more time: Life is full of surprises. Surprises about people we think we know; surprises in the frame of good or bad, beautiful or ugly.. Surprises about people, groups, crowds we have never heard of, never seen; surprises that cause happiness or sadness, surprises that clears the picture or confuses.. One more time: Life is full of surprises. Not as the words of foreign object in the known, not as the words of a known object in the crowd.. Surprises about the masks, about the "made"s; yet still surprises about the real faces, real personalities, real people.. One more time: Life is full of surprises. Just like a "little miss sunshine" looking with her big ocean eyes towards her mother; and yet hidden treasures within surprises every day, one more time.. Yet, one more time: Life is full of surprises. And we are as well.. Just hiding them, comfortably, safely, unconsciously.. Just to make life full of surprises.. ..
Wednesday, November 11
Seyirci
Günlerinin uykusuz umutları, uykulu düşleri, derken gecelerin gerçekten bir adım ötede dünyalarında yaşıyorsun. Güneşin doğuşundan hemen önce hareketlenmeye başlayan bir yaşamın içinde, kendi karanlığında yoksun, yok oluyorsun. Günün ortasında gülümseyen dudakların arasında değil senin suskunluğa gün geçtikçe daha alışan ve bir zamanın sessizliğine hep düşman olduğuna senin bile şimdilerde zor inanacağın suskun dudakların. Akşamüstü keyiflerinde, aynada bulanık bakışlarını gözlerini açabildiğin küçük aralıktan sığdırabildiğince yorgun ve yenisin yüzünün üzerindeki kırışık ve uykulu çizgilerle. Akşam niyetine kahvaltıların sana kavuşturduğu karanlık gecenin içinde, karanlığın kardeşiymişsincesine belirsiz varlığın; sen koca bir yaşamı o karanlığa feda etmiş olsan da kendi ellerinle.. Evini özlüyorsun kimi zamanlar.. Serin akşamları yağmurlu ve ıslak gecelere bağlayan sokaklarda, hele bir de avuntularından uzak, yalnız başına kaldığında, evinin bir yerinde bulacağına hep emin olduğun sıcacık bir köşeyi özlemekten de öte bir şey aslında senin için, odanın kapısını tüm dünyalarının yollarıyla birlikte kapatıp da, geceye emanet ettiğin yaşamını her gece ondan geri almaya çalışırken evine duyduğun özlem. En sevdiğin yağmur damlalarını, sanki sana inat olsun diye yaparmışcasına en sevdiğin şekilde, bir şemsiyenin altında ya da dudaklarının sıcaklığında yaşayan sevgilileri gördüğünde içinde yıkılan umutlarına duyduğun en gerçek özlemlerin bile yetmiyor seni özlediklerine kavuşturmaya; sen buna inanmıyorcasına sabırla ve bir o kadar da kırılgan sabırsızlığınla beklerken olduğun yerde. Özlemlerine bile seyirci olduğunu görsen de, zaten çoktan terk ettiğin yaşamınla buna da seyirci kalıyorsun.. Neredesin sen?.. Yaşadığın her anı yaşarken ve yaşadıktan sonra sorguluyorsun kendi içinde ve yaşananları yaşatanlarda, yaşadığına aldırmaksızın. Her davranışa, her dokunuşa, her sese, her bakışa bir karşılık arıyorsun duygularının, düşüncelerinin arasında. Olup biten her şeyi en ince ayrıntısını bile görmezden gelmeden açıklamaya çalışıyorsun kendine her zaman parçasında. İnsanlara yüzler, olaylara maskeler, zamanlara bahaneler, yalanlara avuntular takıyorsun kendi bildik dünyalarından. Her yanlışınla usanmadan başa dönüp, her şeyi kendin için zorlaştırırken, kendine bir karşılık bulamıyorsun kendi sözcüklerinde bile. Ve her karşılıksız yaşam parçasındaki inadın bu sefer içinde gizleniyor; seni sorgulamaktan kaçırıyor seni “umursamazlık” avuntun. Kaçtığın yerde bile bulamıyorsun kendini, tüm yaşantınla kaçtığına sen de inansan bile kimi zaman.. “Bir zamanlar” kendine isim bile verebilirdin avuntuların tuzağına düşmeden; şimdiki halinle bunu bile yapamıyorsun... “..Yaşam dediğin oyun, uçsuz bucaksız bir okyanusun mavisine bırakılmış küçücük bir kayık gibi insanoğlu minyatürüne... Ufukların hepsi yalan, bulutların hepsi uzak... Güneşin ışıkları olsa hep gözlerinde, kurur bedenin; yağmurun gözyaşlarında eriyip gider. Fırtınalara dayanmaz yüreğin; usul denizde için sıkılır maviden... Bir başına boş kalır ellerin; mavinin gözlerinden yansımadığı yerde daralırsın içinden... Ortası yok yaşamın; başı, sonu yok bir yerlerde. Ne güneş, ne fırtına, ne bulut, ne yağmur, ne şu sahte ufuklar, ne yalnız bir balık olabilirsin mavilerde... Üstünde durduğun küçücük bir kayık...” diye sözler okuduğunda masanın üzerinde sencil harflerden yazılmış bir kağıtta; içinde duyacağın umut dolu boşluktur seni “avuntulu” uykularından birdenbire uyandıran. Bir kabusun son perdesini bitirirken gözlerini açmışçasına yorgun ve ter damlalarını yüzünde hissedecek kadar “gerçek” olursun. Hep olman gereken yere seni götüren, aslında çok iyi bildiğin; ama cesaretsiz düşünmelerinde dudaklarının arasından bile fısıldayamadığın sözlerdir yine; seni yeniden “son zamanlarının” uzaklaşmak istediğin “sen”ine götüren de.. Ama anlamsız seyirler.. Kuş cıvıltıları kadar özgür bir dünyanın tanıdık sahibisin sen. Her adımında bunca “kendince” oluşunun eseri yaradılışındaki bu özgün tutku; ama sen bunu görmezden gelmeye çalışıyorsun, sanki sen yine “sen” olsan “yaratmak” sözünün seninle ilgili olduğu yerlerin ağırlığının altında ezilip gidecekmiş gibi. Kısa sevişmelerin, üstten savma aşkların huzurunda yalnızca terk etmekle yetindiğin kayıplarının arasında unutuyorsun içindeki yaratıcı çocukluğunu ve tutkulu büyümüşlüğünü. Sahte gülücüklerde, soğuk ellerin “sevgisiz” sevgilerinde güvende hissediyorsun bedenini; yaz akşamlarında seni şehrinle ve dünyalarınla bir başına bırakan yüzleri çoktan tanımış olmana rağmen. Yinelemeleri sevmiyorsun yenilemelerin ihtimalleri bile varken; ama her yanlışınla kendini, her vazgeçişinle avuntunu, her umutsuzluğunla karanlığını tekrarlıyorsun çok uzun zamandır. Yenilemeleri gözündeki dev aynalarından gördükçe, yinelemelerin alışkanlığına bırakıyorsun kendini yağmurlu memleketlerin bıldırcın sürülerinin dağlara inmeleri gibi; yok olacağını bilerek ve tüm yaşamını feda ederek çaresizlikteymişçesine.. Yaşayışın var kendince öyle ya da böyle bu zamanların içinde. Öyle bir yaşayış ki seninki, kendi sığınağını kemiren elma kurtları gibi öldürürken kendini, senin zamanlarında, senin yakınındaki yaşamları zorluyor “her gün biraz daha yakın”laşmalarında. Yalnızca “sen” sanıyorsun olup bitenlerin yıkıp geçtiği, bozduğu ve terk ettiği; ama kendin gibi, aslında farkında olsan ne değerlerini üzerlerine bırakacağın yaşamları da görmezden geliyorsun.. Umursamaz körlüğünde yeniden; ama yine yanılıyorsun.
Tuesday, November 10
Happiness
Daylines: When happiness knocks your door, that you would like to keep closed to be safe and secure, you should simply rip the door away from its place. When love knocks your door, that you wouldn't open so easily, you should simply break the lock and let the love blossom on your soul. If nothing knocks your door, then it the best to kick the door out, break it down and step out to breath in everything that life will surprise you with! ..
Sunday, November 8
Arnavut Kaldırımı
.. Severim yağmur altında yıkanmayı. Tıpkı yıldızsız, kapkaranlık gecelerde, mavilerin içinde oynaşan deniz kızları gibi.. Caddelere uzanır, su birikintilerine basmadan geçerim toprak kokusu yayıldığında çıplak ağaçlara doğru. Evine yollanmış bir iki insana takılırım; bir kör yaprağın sararıp solmuş, ağlamaklı bedenine.. Bazen hızla bir araba geçer yoldan. Saklanırım.. Yağmurun kalbini kırar tekerlek izleri; içim cızlar.. Sonra bir sarhoş, romantik aşığın elinde, yapraklarından yoksun bir gülün dalına tutunurum; yeşili ne yeşil, kırmızısı silinip gitmiş ayrılığın kaleminde.. .. Yağmurun gözyaşlarıyla yıkanmış sokaklar hep bir başka görünür gözüme. Sanki güneşli günlerde bir sürü çocuğun çığlık çığlığa top oynadığı bu sokak değildir. Sanki elma şekerleriyle dolu sepetiyle yaşlı amcanın, titrek ve yorgun sesiyle al yanaklı, kiraz dudaklı dilberleri pencerelere döktüğü; kocakarıların her çamaşır gününde çürük bir ip uğruna saç saça kavga ettikleri yer bu sokak değildir... Birkaç damla gözyaşı herşeyi silip süpürdüğü gibi, tüm anılarımı da alır götürür sokakların gözü yaşlı zamanlarında. Geriye yalnızlığa aşık, ıslak taşlarıyla bir sokak bırakır.. .. Zaman olur, bir şarkı söylerim güneşten kalma.. Bir şarkı söylerim uzaklara uzanıp ıslak caddelerden.. Üstü başı batmış bir kedi mırıltısıyla uyanırım şarkılı düşlerimden. Bana bakar, yanıma yaklaşır, çevremde dolanır, kıvrılır, okşar, sıyrılır, kaçar avuçlarımdan bir anda. Kuru bulduğu bir köşede sıvışır uykusuna doğru. İçten içe bir şarkı söyler sanki.. Sokak lambasının su birikintilerinden yansıyan ışığı, senelerin anıları gibi kalır bir köşede.. Arnavut kaldırımı sokakların gözü yaşlı akşamlarında, yedi tepeli şehrin sokakları dile gelir bakışlarımda. Sanki birkaç dakika durup da dinlesem, yılların anılarını fısıldayacak olur karanlık sokaklar. Öylece üzerlerine basıp gitsem, kırılacaklar sanırım her seferinde. Bu yüzdendir yağmurun gözü yaşlı gecelerinde sokakları arşınlamam.. Nasıl bir fırsat bulsam da dile getirsem diye canlanacak gibi duran arnavut kaldırımı sokakları, durur, düşünürüm her adımda. Kulağımı kabartır, sessizlikteki fısıltılarını duymaya çalışırım.. Kimse bilmez, nasıl onca dedikodu dolanır bu sokaklarda kulaktan kulağa.. Islak akşamlarda caddeler, sokaklara hiç mi hiç benzemez. Daha bir ağırbaşlı, daha bir heybetlidir onlar arnavut kaldırımı sokaklardan. Yanlarına yaklaşmaya geldi mi, suskunluğa dost olur, en beyefendi görünümlerini takınırlar. Gözlerini üzerime diker, uzaklaşana dek ses çıkarmazlar.. Ne zaman ki çok uzaklarda yokolur karanlığım, işte o zaman yeniden koyulaşır sohbetler. Yağmur dokundukça üzerlerine usulca, daha da keyiflenir, daha bir konuşkan olurlar. Yeni anılara, yaşanacaklara, akıp giden zamanın kollarına yer açılır arnavut kaldırımı caddelerin sonbahar karanlığında.. Bazen olmaz mı, kolkola girmiş, birbirine sokulmuş sevgililer geçer arnavut kaldırımı yolların üzerinden. Yollar bir başka olur sevgililerin huzurunda. Bir düğün hazırlığındaymışcasına süslenir arnavut kaldırımı yollar; güzelliklerini takınır en heybetli caddeler bile böyle zamanlarda.. Sevgililerden küçük bir gülümseme, tatlı bir bakış yeter onları memnun etmeye. Mutluluk, sevgililerin dudaklarından arnavut kaldırımı yollara bulaşır, dağılır, çözülür, akar gecenin içine.. Zaman olur, sevdicekten uzakta, bir güle sarılmış, dağınık bir adam geçer arnavut kaldırımı yollardan.. Suskunluk yeniden dost olur arnavut kaldırımı yollara böyle zamanlarda; yalnızca kulak verirler özlemlerin kucağındaki adamın yüreğine. Terkedilmiş sevgiler, umut etmekten bıkmış umutlar yankılanır caddelerde, sokaklarda.. Gülün solmuş rengi canlanır, her gözyaşı damlasıyla dirilir.. Mutluluk dağılır yeniden sokakların, caddelerin üzerine. Sevgiliye akar gider puslu akşamların bakışlarında.. Saatler geçer, yağmurun hüznü bitmek bilmez. Bir umut durağında, gökyüzünün özlediği yıldızlar görünür gibi olur. Usulca dağılır hüzün; yerini ışıkları sönmeye yüz tutmuş deniz yıldızlarına bırakır... Ayaz çöker çıplak dalların, solmuş güllerin, uykusunda üşümüş kedilerin ve sarhoş aşıkların üzerine. Ağırdan kaçmaya başlar karanlık. Avuçlarında gizlediği bir tutam ışığı uzak tepelerin ardına bırakır... Meraklı bir sabah kelebeği kanatlanır ve tepelerin üzerinden çocuksu bir sel gibi akar günün ilk ışıkları arnavut kaldırımı yolların üzerine.. .. Bir yerlerde, çok uzaklarda bir yerlerde toprak uyanırken düşlü uykusundan, arnavut kaldırımı yollar, gecenin kollarında bıraktıkları fısıltıların huzurunda yorgun düşer, uykuya dost olurlar.. Geriye yalnızca üzerlerine konmuş yağmurun son gözyaşlarıyla, gelişi bilinmez, yaşanılası yılların anıları kalır..
Writer
"You have to be a writer" sounded so far away from the deep smell hugging all the bodies and minds in the shadowy room. It was just a matter of change of the music's tone, when another searching body was trying to approach a desperate soul. On the other side of the night shift, the elastic bodies on the bar were trying to be replicated by some plastic bodies on the floor next to the barely moving "log"s. "You really have to leave?" No, and yes! Maybe Sigmund was right, all from the beginning. Maybe it is already starting with the baby's first push of its poo out and we can't get away from this addictive feeling afterwards at all; maybe we don't want to get away with it.. Could it really be our choice not to touch, not to kiss, not to have sex of any kind; or, is it just a matter of the modern life's public and safe design that prevents us from spreading our genes around? And yet, we, ourselves create possibilities to rip apart this limiting design and let ourselves out of our mind with our own games.. The question still is, however, if we are the ones creating those borders under the excuse of public modernity yet at the same time if we are the solution providers to naturalize ourselves in body couplings; then, why don't we skip all this unnecessary progress as "a beautiful mind" and right away couple ourselves to the most likely looking touch? If the result is the same, why are we trying to package it under the shadow of eastern lights or in the bath of coctails? To make the present more desirable to each other? To feel more important and valuable? Or is it just the typical fearfull "us" that would like to play safe and keep the emergency exit open until the moment when we couple our most private parts? The beauty is, that in between all this playful struggle to multiply ourselves, there are still these ones, who close their eyes when they listen to the music and open their arms to fly away with their souls, when they dance.. The beauty is, that in between all this body awarding ceremony, there are still the ones bringing a paper cup full of smile and sitting to the pillow next to you like a leaf landing slowly to the water.. Still the ones who makes you think that even if Sigmund is absolutely right in all this sweaty and wet coupling story, that, there is hope of even a tiny moment of a look being more precious than anything else.. Maybe we should "sleep on it", maybe we should "sleep with it" or maybe we should just fall asleep..
Saturday, November 7
In & Un
Nightlines: Should we regret for the missed opportunities, unused chances and overseen possibilities? Or should we believe that in our pre-formed destiny with our decision power to bend, everything happening and un-happening should have a reason to be; possibly a pre-defined or after-thought one? Is it just a coincidence that we found ourselves doing things that we haven't done before and life presents us its surprises with coincidence looking similarities, unbelievable sounding compatibilities and unreal feeling personalities? Or is it just our mind of a dreamer that produces stories out of a common desktop wallpaper, a like in the Instagram photo or just out of a passing by smile with the short touch of an eye contact? If we can't separate the dreamer from the fact of reality, is it the "inexperience" to blame or just the effect of the drink in the square glass and maybe something more? Or is it just our willingness trying to drive us towards the direction of "what we are" because it is "what we see" in others? Shouldn't it be as simple as asking for a kiss to understand what is the real and what is the "else"? Or do we like to have complication to feel more important, more loved and more desired? If it is the desire and love what we are searching for in every corner of the dance floor, in every ice cooled glass or in every passionate habit we develop, shouldn't be as easy as looking to ourselves in the mirror to find what we are looking for? Or is it that we simply want to be safe and secure, unbroken and unhurt, un-lied and unnerved, in-disappointed and important? If so, don't we know already from our destined life experience, that the opposites are making the opposites more valuable? And at the end, why don't we just simply try and regret that we have done it if we fail; instead of regretting the unknown emptiness and inexperience when we never have done it? Daylines: :)
Thursday, November 5
The world
"The world needs you" said the shining soul. It was a moment to remember before the next step. And the next step is always the scary one, the confusing one, the one to think about before you take it towards the one you think off.. "A nice excuse indeed" is to be something else than what you are. That's why no one wants be believe to the other at first, second and third. "You must be kidding" becomes the scale of trustworthiness mixed with confusion, question and yet still a little bit smile deep down somewhere.. At the end, sex is less important than the kisses; kisses are forgotten in the shine of the eyes and at the end words remain: "a wonderful evening" to the shiny soul, an evening full of wonders; wonders like the summery northern lights, wonders like the birth of a child, wonders like a suprising excitement full of confusions and questions unknown from where, not known towards which direction.. Yet the wish is most important: a wonder-full evening!
Wednesday, November 4
Is it?
One said "a relaxation, just not to worry about things, go to inside yourself, guide yourself to the path inside you". What if one can't let anything go? (look: finifugal) Isn't the pathway too crowded then? Too hard to walk through? What if all opposites are in there at the very same time? (look: ambivalence) Evening thoughts: Does love exist? Or is it just a satisfaction of couple of minutes and disappears afterwards? Is it a connection, a bound or just a pathway to follow? Is it "Nicht einander in die Augen schauen, sondern in die selbe Richtung blicken." or is it just a common sense of logic of compatible life puzzling? Is it a cheap word we spare for everything or everyone, or is it a feeling that we share? Does one share love? Or is it selfish happiness reasoned to the other one? Or even better: "a ambition, attraction towards and appreciation of the pure intelligence"? One asked "what is the definition of love?" Morning thoughts: Love should be as strong and as fragile.. strong, because it has to overcome anything; fragile, because both sides will feel that they have to take care of it and protect it all the time.. One said: "Love is freedom!" Is it?
Sunday, November 1
Because
Some things become easily addictions, like long chats with a good friend, like the warm coffee in the morning, like a melody that steals your heart and mind or just simply an old movie teather like Kino Sõprus.. They become addictions in a perfect way, not because you can't do without them; just because you would "like" to have them..
Subscribe to:
Posts (Atom)